24 Nisan 2010 Cumartesi

Anlamaya çalışma!


Kült yönetmen David Lynch, resim eğitimi aldığı gençlik yıllarında yaptığı gravür ve çektiği fotoğraflarla bir Film Festivali sürprizi olarak İstanbul'da. Karanlık ama masum işler 29 Mayıs'a kadar Artane'de...
Kafasına sehpa girmiş adam, kesik kulak, far ışığında sevişen çift, gagasından böcek sarkan kuş... David Lynch bu sahneleri çekmeden çok önce resim yapıyordu. Ölü böcekler, atık malzemeler ve tabii ki siyah boyayla... Ancak bir gün ‘başı döndü’ ve hayatı değişti. 1966’da, Pennsylvania Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimine devam ederken (Tabii o zamanlar Los Angeles muhtarı değil henüz) kendi deyişiyle ‘karanlık’ bir tablosundaki figürün hareket ettiğini gördü ve bir rüzgâr sesi duydu. Resmindeki figürlerin artık hareket de etmesini isteyen Lynch için bu rastlantı, sinema dürtüsünün başlangıcı. Bunun üzerine hemen bir kısa film çekti: ‘Six Men Getting Sick’. Öğrencilik ödevi bu ilk filminde altı figürü kusuyor, kanıyor, böğürüyordu (Ben böyle anladım ama zaten “Filmlerimi anlamaya çalışmayın” demiyor mu?)
Sonra, Philadelphia’da yaşadığı zamanlarda gördüğü tuhaf insan manzaralarını bir uzun metraj haline getirdi. ‘Eraserhead’ 1977’de tamamlandı ve kısa sürede kült oldu. O artık sinemanın en baba yönetmenlerindendi. ‘Lost Highway’, ‘Twin Peaks’, ‘The Elephant Man’, ‘Blue Velvet’, ‘Dune’ gibi kült filmler çekti ama resim ilk göz ağrısı olarak kaldı. Dünyanın pek çok galerisinde sergiler açan Lynch’in fotoğraf ve gravürlerden oluşan bu ilk dönem eserleri, 29. İstanbul Film Festivali kapsamında şimdi ilk kez İstanbul’da, Artane’de.
Lynch eserlerini ‘Karanlık, gizemli ama masumiyet çağrıştırıcı’ diye tanımlıyor, “Yozlaşmış bir dünyada tutsak kalmış bir masumiyeti anlatıyorum” diyor.  Başkası söylese beylik laf gelir ama o deyince ‘Peki’ diyorsunuz. Zaten, ‘Aslında bu resmi yaparken kafam iyiydi’ dese ya da ‘Flamingoların birer meyve olduğunu anlatıyor bu fotoğraf’ diye buyursa hayır mı diyeceksiniz? Böyle yönetmenlerin, ressamların gösterdiklerine bin bir mana yapıştırmak kolaydır, nasıl olsa ucu açıktır her şeyin.
Ama Lynch baştan uyarıyor: “Anlamaya çalışmayın! Gizemi ve bilinmeyeni severim; neler olup bittiğini bilemediğim için karanlık ortamları da... Dış görünüşün altında bir şeyler saklı olduğu fikrinden hoşlanıyorum ve sanırım insanlar bilmedikleri bir şeyi veya daha önce hiç bulunmadıkları bir yeri seyretmeyi seviyorlar. Her şeyin ne anlama geldiğini ya da nasıl yorumlanacağını bilmemek daha iyidir, aksi takdirde olayları akışına bırakmaya korkarsınız. Psikoloji, gizemi ve büyü niteliğini yok eder. Anlamlardan konuşmak beni çok rahatsız ediyor. Çünkü anlam çok kişisel bir şeydir ve herkese göre değişir.”
Lynch’in gravürleri genelde tek parça simgelerden oluşuyor. Fırça darbeleri sert sert, biraz da başına buyruk. ‘Sınır nerede bu figürde?’ derseniz ‘kafasına göre...’ Tek bir ağaç, sağına bakan bir adamın silüet halinde vesikalığı, bir köpek, terk edilmiş bir ev, bir göz, batan bir şey, duran bir şey...
Bir söyleşisini hatırlıyorum. Okuduktan sonra ‘Basık ve kâbusumsu sekanslarına rağmen, adam pamuk şekeriymiş yahu’ dediğimi... Bir uçak dergisindeki söyleşide, önce havaya kaldırıp taranmış, briyantinlenmiş saçlarına, sonra yüzündeki derin çizgilere kayıyor bakışlarım. Kendinden emin, hafif ukala, biraz da merhametli bakıyor. Yakışıklı da; biçimli burnu, aşağı kıvrılan dudaklarındaki buruk gülüşüyle kendine baktırıyor. Filmlerine bakamayanlar bile ona bakar diye düşünüyorum. “Nasıl bir adamsınız siz?” sorusunu “İyimser” diye yanıtlıyor, ‘Hadi ya’ diyorum. Havayolu dergisi ya, fiks soru: “Nasıl bir gezginsiniz?” “Gezmeyi sevmem” diyor, “Los Angeles’ta her şey var, evimden çıkmam. Çıksam da gezmek için değil çalışmak için çıkıyorum, sürekli bir şeyler kaydediyorum” diyor, ‘Huysuz’ diyorum.
“Sanat?” diyor dergi. “Francis Bacon” diyor Lynch. “Çocukluk?” diyor dergi, “Çocukluk kafasını seviyorum” diyor Lynch. “Hayat?” diyor dergi, “Hayatı seviyorum ve gerçekten mutluyum” diyor Lynch. “Barıştan ve aşktan yanayım” diyor, “Hayatta hiçbir insana, görüşe ya da inanca sırtımı çeviremem” diyor. Ne yalan söyleyeyim; gözümde gittikçe güzelleşiyor, ışıldıyor, büyüyor.